“Karanlığa küfretmektense bir mum da sen yak”

27 Mart 2008 Perşembe

Bekamız ve Milliyetçi Hareket

Milliyetin iki esası vardır; birisi psikolojik, diğeri sosyolojiktir. Napolyon, Korsikalıdır. Gençliğinde Fransa’ya karşı ayrılıkçı hareketlere katılmış; hatta onu ordusuna alması için Osmanlı’ya başvurmuştur. Kesinlikle Fransız değildir; büyük bir ihtimalle Arap yahut İtalyan’dır. Sonradan kendisini Fransız kabul etmiştir; kimsenin ona "Sen Fransız değilsin" demeye hakkı yoktur. Stalin, Hıristiyan Gürcülerdendir; fakat kızına "Svetlana" adını koyacak kadar Rusluğu benimsemiştir. Oğuz Han’ın torunu "Ben Türk değilim" diyorsa, hiç kimse "Sen Türksün" diye onu zorlayamaz. Ama genellikle psikolojik boyut, aidiyet şuuruna temel oluşturan sosyolojik boyuta bağlıdır.

Batı’da amaç itibarıyla iki türlü bilim vardır; birine saf veya katıksız bilim (rein wissenschaft), diğerine politik gayeli bilimler (politische wissenschaft) denir. Sosyal bilimler söz konusu olduğunda farklı amaçlı bu temayüllerin sınırlarını çizmek hemen hemen imkânsızdır. Saf bilimler bir art niyet taşımadan yapılır; hasbidir; merak saikine dayanır. Politik amaçlı bilimlerin ise doğru olmaları gerekmez; üretenin menfaatine hizmet etmesi asıldır. Son dönemimize bu açıdan bakınca çok ilginç hususlarla karşılaşıyoruz. Mesela 1990’lı yıllara kadar Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde Kürtlerin tarihi, sosyal yapısı, dili hakkında dokuz yüz civarında doktora tezi yapılmıştır. Bu tezlerin yüzde 93’ten fazlasının Rus ve Ermeniler tarafından yapılması bizleri düşündürmelidir. Akdeniz’e inmek isteyen Rusya, önünde duvar misali duran Türkiye’yi parçalamak için her yolu deniyordu. Ermenilerin Doğu Anadolu’ya dair iddiaları da herkesin malumudur. Sovyet Rusya’nın çatırdamasıyla rahat bir nefes alan Avrupa ülkeleri, Ortadoğu’ya yerleşme hesapları yapmaya başladılar. Onların önündeki en büyük engel de Türkiye idi. Tehir edilmiş mesele kabul ettikleri hesaplarını bir kez daha öne çıkardılar. Dünyanın meşhur ansiklopedileri kabul edilen Larousse, Britannica ve Brochaus’a bakınca ülkemiz hakkındaki niyetlerini açıkça görüyoruz. Bu ansiklopedilerin 1950’li yıllara kadar olan baskılarında Kürtlerin ya Turanî bir kavim yahut da Türklerin bir boyu olduğu yazılıdır. Fakat daha sonraki baskılarda Kürtlerden ayrı bir millet olarak söz edilmeye başlanmıştır.

Ülkemizde hiçbir parti netameli hale gelmiş konulara bulaşmak istemez; süper devletlerin gücünü, kaybedecekleri oyu hesap ederler. Sıradan bir Kürt vatandaşı haklı olarak tarihini bilmek ister. Terör örgütü söylendiği gibi bir kurtuluş savaşı veriyorsa yanında yer almamakla yanlış yolda mıyım, sorusunu kendisine sorar. Bu karmaşıklığı gidermek için Kürtlerin tarihine dair ana kaynakları yorum yapmadan ortaya koymak gerekir ki okuyup kararlarını kendileri versinler.

Balkanlarda araştırmalar yapan kıymetli bir doçent, yakınlarda izlediğim bir söyleşisinde "Gora Türkleri" hakkında kitap yazdığını; Goralıların köken olarak Peçeneklere dayandığını söyledi. Herhalde eski tarihimizle pek fazla meşgul olmamış. Gorlar, Hunların en büyük boyudur. İbn-i Haldun Mukaddime’sinde uzun uzun Gorlardan bahseder. 1590 yılında yazılan Şerefname’de Gorların Kürt oldukları belirtilir. Fatih’in müderrislerinden Molla Gürani (Goranî)’ye bu lakap Kürtlerin en büyük kolu olan Gorlara mensup olmasından dolayı verilmiştir. Kürtlerin menşeini ele alan ve kendisi Kürtlerin meşhur müderrislerinden olan İdris-i Bitlisî Hazretleri de "Heşt Bihişt" adlı eserinde Kürtlerin Turanî olduğunu belirtir.

Kimsenin kimseye milliyet tayin etmeye hakkı yoktur. Herkes kendi kararını kendisi vermelidir. Ancak kararın verilmesi için gerekli zemini araştırmacılar hazırlar. Bunun için, Kürtlerin tarihine dair ana kaynaklar tercüme edilip ortaya konmalıdır. Şerefname, Heşt Bihişt, Yenisey Abidelerindeki "Ben Kürt beyi Alp Urunga" diye başlayan bölüm tercüme edilmelidir. Eski tarihimizin ana kaynağı olan De Groot’un "Die Hunnen" kitabını, Lui Matsui’nin, Rasonyi’nin, Fritz’in eserlerini dilimize kazandıralım. Nasıl ki Batı Türklerinde Kayıhan, Oğuzhan adları kullanılıyorsa Doğu Türklerinde Kürt kelimesinin çocuklara ad olarak verildiğini bilelim. Bunları yapmak bir insanın gücünü aşar; ekip gerektirir.

Genellikle partiler için iktidar amaçtır; fakat Milliyetçi Hareket bakımından araçtır; asıl olan vatan ve millettir. Maliyeti ne olursa olsun emperyalizme göğüs germek onun görevidir; varlık sebebidir. Kimsenin kimseye güveninin kalmadığı bir ortamda yaşıyoruz. Bunun için yapılacak çalışmalarda karşılıklı sayfalarda orijinal ve tercüme birlikte yer almalıdır. Buna inanmıyorum denemez. Bu gerçeklere rağmen de bir kimse "Ben Türk değilim" derse, ona bir şey yapılamaz; sadece saygı gösterilir. Fakat sözünü ettiğimiz yolla büyük kitlelerin aldatılmasının önüne geçilecektir.

Mehmet NİYAZİ / haberakademi

12 Mart 2008 Çarşamba

Türk Birliği Üzerine Çok Konuşulacak Bir Söyleşi

- Hocam siz Avrasyacılık üzerine çalışmalar yapıyorsunuz. Avrasyacılık hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Teorik açıdan Avrasya birliği düşüncesi bilimsel olmayan bir kuramdır. Bu yorumculuk teorisi sadece Avrasya birliğinden ibaret değildir. Bu konuyla ilgili çok genel bir teori vardır. Fakat benim bu konuyla ilgili kalıplaşmış bir fikrim yok. Genellikle Avrasyacılığı bilimsel bir kuram olarak kabul etmiyorum. Fakat pragmatik açıdan tamamıyla temelsiz bir şey değil.

- Doğrudan bir Türk birliği yerine niçin Avrasyacılık sürekli gündeme getiriliyor?

- İşte bunun sebebi güçten yoksun olmadır. Bunun başında Çin tehdidi geliyor. Şu anda Orta Asya Devletleri için başta Kazakistan ve Kırgızistan olmak üzere ne Rusya ne ABD büyük tehdit oluşturmuyor. Stratejik konumu nedeniyle yanı başlarında olan Çin; Rusya ve ABD'ye göre daha büyük bir tehdittir. Bu güç bir gün bizi yıpratabilir iddiaları vardır. Hatta bu iddialar sadece Kazakistan için değil Rusya için de geçerlidir. Şu anda Rusya'nın uzak doğusundaki bazı ilçelerinde Çin nüfusu vardır hemen hemen yarısını Çinliler oluşturur. Bunlar Çinli kaçaklardan ibarettir. Çin orayı yavaş yavaş eline geçiriyor.

- Rusya için de mi bir tehdit oluşturuyor?

- Evet Rusya için de Türk dünyası için de Çin ortak bir tehdittir. Çin tehdidinin tarihsel temelleri vardır. Mesela Çinlilerin iddiasına göre Cengiz Han İmparatorluğunun kurulduğu topraklar onlarındır. Urallara kadar buralar Çinlilerin olmalıyken başkalarının olmuştur.

- Çinliler bu iddialarını resmi düzeyde dile getiriyorlar mı?

- Hayır, ama okullarda bunu böyle öğretiyorlar, şimdilik devletlerarası ilişkilerde dile getirilmiyor. Çinlilerin bu iddiaları nedeniyle hem Orta Asya Devletleri hem de Rusya ortak düşman haline gelmektedir. Bu mesele en çok Türk dünyası için önemlidir. Çünkü Rusya hala dünya çapında bir süper güç konumundadır. En azından hala bir nükleer silahları var, bu nedenle süper güç olma imkânı vardır. Yani kendi imkânlarıyla bir müdafaa yapabilir ama ne Kazakistan ne de diğer Orta Asya devletlerinin gücü maalesef böyle müdafaa yapamazlar, o güçten mahrumlar. Şöyle ki onları gerektiği zaman savunabilen bir başkasına muhtaçlardır. Bu savunabilen güç iki tane olabilir. Bunlar: Çin'e eşit ve Çin'den güçlü olan Rusya ve Amerika. Türk dünyası içinde maalesef böyle bir devlet yok. Şu anda Türkiye Ortadoğu çapında güçlü bir devlettir ama dünya çapında bir süper güç değildir. Nükleer silahları yok. Bu yüzden Çin'den korunmak için Kazakistan Türkiye'ye değil Rusya'ya yaklaşmak zorundadır. Ayrıca, diyelim ki Kazakistan Çin tarafından işgal edildi. Bu durum Rusya'nın hiç işine yaramaz. Amerikalılar ise bunu belirli şartlar altında kendi çıkarları yönünde değerlendireceklerdir. Ama Rusya için aynı şey söylemek zordur, çünkü bu Rusya için de çok tehlikelidir. Bu yüzden Rusya'nın Orta Asya devletleriyle ciddi ve güvenilir ilişkiye girmesi lazım Çin'e karşı. Ama Orta Asya devletleri mandaterlikten kurtulmuş olmasına rağmen henüz Avrasyacılık gibi bir oluşuma hazır değil. Henüz güçsüzler. Bu yüzden Rusya ile işbirliğine başta Kazakistan olmak üzere çok büyük önem vermek zorundalar. Tabiî ki Türkiye tüm bu gelişmelerin dışında kalamıyor, şu veya bu şekilde bu yeni oluşumlara katılmak zorunda. Son yıllarda Türkiye'de Avrasyacı düşünce yaygınlaşıyor.

- Rus Avrasyacıları Türkistan halklarını nasıl görüyorlar?

- Bu coğrafyadaki Hıristiyan olmayan insanların dinlerine karşı yanlış algılamaları var. Mesela İslamiyet'e bilinçsiz Ortodoksluk diyorlar. Yani inandıkları bilinçsiz bir şey olsa da inandıkları Ortodoksluğa benzer bir şey olarak bakıyorlar. Bu açıdan Ortodokslaşmamızı da hayal ediyorlar. Klasik Rus milliyetçiliğinden de o kadar uzak değiller.

- Klasik Avrasya modelinde Türkiye'nin yeri var mı?

- Hayır, Türkiye'nin hiçbir rolü yok. Klasik Avrasya birliğini sadece Türk halklarıyla düşünmek yanlıştır. Çünkü Klasik Avrasyacılık ideolojisinde sadece Türkiye için değil, Doğu Slav dünyası dışındaki Slavlar için de değerlidir. Avrasya kavramı onlar için sadece etnik bir kavram değil, daha çok jeostratejik bir kavramdır. Yani yaklaşık olarak eski Rusya İmparatorluğu ve Cengiz imparatorluğu topraklarını içeren bir kavramdır. Onlara bu göre bu coğrafyanın bir doğal birliği vardır. Eğer haritaya dikkatle bakılırsa, Ural dağlarının iki tarafında aynı tabiatı görebiliriz. Şuna alıştık ki biz Ural dağlarından Asya ve Avrupa'nın sınırı geçiyor. Coğrafya kitaplarında bu sınırın Ural dağlarından çizilmesi çok önemlidir. Tabii coğrafyacıların akıllarındadır böyle bir şey. Bu daha çok Rusya'nın ya da Beyaz Rusya'nın batı sınırından geçiyor; yani Polonya'nın koltuklarından başlayarak batı Avrupa tabiatı açısından ayrı bir bölgedir. Rusya'nın Avrupa kısmı ayrı görünse de aslında tabiat açısından aynıdır. Ural dağlarının her iki tarafında aynı bozkır, aynı orman, aynı tundra iklimi görünmektedir. Bu açıdan doğrudur. Aynı zamanda Avrasyacılar buna ek olarak jeosiyasi bir birliğin de olduğunu kabul ediyorlar. Yani Rusya İmparatorluğu; onlara göre Bizans'ın varisi olmaktan ziyade, Cengiz Han İmparatorluğunun varisidir. Yine jeostratejik açıdan bu o kadar saçma bir fikir de değil. Avrasya kavramı sadece etnik bir kavram değil. Türk-Slav birliği de değildir. Yani sanıyorlardı ki bu Avrasya'nın temel unsuru Slavlar; yani Ruslar, bir de Turanlı kavimler; Ural-Altay dillerini konuşan bütün halklar, tabiî ki başta Türkler.

- Avrasyacılık genellikle kültürel boyutuyla ele alınıyor. Mesela "biz yüz yıllardır Slavlarla Türkler birlikte yaşadık. İşte Ruslar olmadan Türkler, Türkler olmadan Slavlar eksiktir; kültürleri, her şeyleri bütünleşmiştir" diye bir anlayış var.

- Belki yüzde yüz geçerli değil ama karşılaştırmak için bir örnek vereyim. Mesela Türk Uygarlığıyla Yunan Uygarlığını ele alalım. Bir yandan Türkler, Yunanlılar, Rumlar yüzyıllar boyu bir siyasi gücün içinde yaşandılar. Türkler ve Rumlar aynı devletin içinde birlikte yaşadılar. Tabii iki kültür arasında üçüncü bir etkileşim oldu. Mesela ben Yunanistan'a gittiğim zaman, Yunanistanlıların Türklere ne kadar benzediklerini görünce şaşırdım. Tipleri, müzikleri, yedikleri aynı. Yani yaşam biçimlerini esas alacak olursak Türklerle Yunanlıların aynı millet olduklarını kabul etmek zorunda kalacağız. Çünkü beraber yaşama deneyimi, kültür ortaklığı var. Hem de Bizans ve Osmanlı'nın arasında belli bir jeostratejik varislik münasebeti de vardır. Aslında Osmanlı'da dış hatları da yakalayarak Osmanlı unvanları içinde Kayseri Rum unvanı vardır. Bizans'ın kendi adına varisleri olduğunu kendileri bile kabul ediyor.

- Türkiye'nin batıya olsun Amerika'ya olsun aşırı derecede ve her anlamdaki bağlılıktan doğan bir alternatif vardır. Yani bu bağımlılığı zayıflatmak için çok yönlü alanlara kayma vardır. Mesela tek alternatif batı değildir diye. İran vardır, Araplar vardır, Rusya vardır, Çin vardır. Yani doğuya da yönelirsek bağımlılığın azalacağını, Batının tek alternatif olmadığını, aşırı derecede bir batılılığa karşılık Avrasyacılık alternatifi de Türkiye'de genelde ele alınıyor.

- Bence şu önemli hakikat gözden kaçırılıyor. Türkiyeli Avrasyacılar Türkiye'nin Rusya'yla Orta Asya üzerinde stratejik işbirliği yapabileceğini umuyorlar ve bunu umarak çok açık bir ayrıntıyı kaçırıyorlar ki Türkiye ile Rusya arasında Orta Asya'da aşırı bir rekabet bulunuyor. Bir kişiden duydum ki: ‘Evet biz bunu sonraya bırakırız. Şu anda ortak bir düşmanımız var: Amerika. Şimdi ona karşı birleşeceğiz, Türk dünyası üzerine rekabet çıkarsa o da gelecekte çıkar.'

- Bunu kim söylüyor? Türk mü? Rus mu?

- Bunu belirtmeyim, üzgünüm ama bir Türk. Bu konuda onun hata yaptığı nokta şu. Türk ve Rus rekabeti çok önemlidir. Eğer bu rekabet sadece ekonomi alanında olsaydı, meslektaşım haklıydı. Mesela Amerika, Rusya gibi devletlerin Orta Asya üzerindeki rekabeti ekonomik değil. Bu Orta Asya toplumlarında şu anda kalıplaşmakta olan ulusal bilinçleri üzerindeki rekabettir. Yani bu coğrafyadaki Türk topluluklarının, yani Türk milletinin diyorum. Çünkü ulusal kimlikleri daha yeni kalıplaşmaya başlıyor. Bu yüzden Türkçü bir yönde mi kalıplaşacak, yoksa Rus'a mı yakın olacak, Avrasyacılığa mı yakın olacak, tek başına millet olma yönünde mi kalıplaşacak meselesi gelecekte önümüzdeki yıllar içerisinde hallolacak. Bu yüzden Türkiye'nin Rusya'yla bu konudaki rekabeti önümüzdeki yıllarda en kızışmış haline girecektir. Yani bu rekabeti istesek bile pek önceye sonraya bırakmak mümkün görünmüyor. Eminim ki Rusya'daki milliyetçi kesimde bunu gayet iyi anlıyor. Bu sebeple Avrasyacılık ve bu rekabeti barıştırmak çok zor görünüyor.

- Örneğin Rus milliyetçileri için Kazakistan'ın Kazak milliyetçiliği gerçekleştirmeleri tehlikeli olur mu?

- Eğer Kazak milliyetçiliği olarak kalıplaşmazsa, Rus milliyetçiliğine fayda sağlar. - Niye faydalı olacak peki Kazak milliyetçiliği tam kalıplaşmazsa? - Çünkü Sovyet Birliğinde beraber oldular birbirlerine daha yakınlar.

- Kazak milliyetçiliğinin gelişmesi Türk milliyetçiliği açısından daha önemli sonuç değil mi?

-Mesela Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan'ı göz önüne alalım. Bunların kendi içerisinde yapısal sorunları var. Örneğin cüz meselesi var. Bunlar ciddi mesele olarak duruyor. Hala politikada olsun siyasette olsun, bir takım yapılaşmalarda bu gibi sorunların halledilmesi Kazak milliyetçiliğine de bağlı. Uzun vadede bir Türk birliği gerçekleşeceğinde daha az meseleli bir Kazak topluluğu için, Kazak halkı için, Kazak milliyetçiliği daha faydalı olmuyor mu? Türk birliğinin oluşmasında bir takım şartlar sanki hala hazırda önümüzde. Örneğin Kazakistan'da şu önemli gelişmeler var. Yoğun şekilde Sümerler, Sakalar özellikle Göktürkler üzerine yoğun çalışmalar var. Ortak kök olarak Göktürklere Kazaklar Türk kağanı diyor. Mesela böyle bir tarihi kökte birleşiliyor. Hepimizin Türk soylu olduğunun ispatı Göktürk kağanlığı aslında. Bin yıllık bir süreçten geçince özellikle 19.yy. başında Alaşorda hareketi olsun, Sultan Galiyev, Rusklov olsun, Münevver Kari olsun bunun gibi aydınlar bir üst kimlik olarak Türklüğü kabul ederler. Mesela Rusklov'un bir Türk cumhuriyeti düşüncesi vardı. Sovyet Sosyalist bir cumhuriyet diye özellikle 20.yüz yılın başında bir ortak kimlikte buluşmak için bir alt yapı oluşmuş. Siyasi olarak veya kültürel bilinçler seviyesinde bir alt yapı oluşmuş. 20.yüz yılın sonunda bu tekrar canlanmaz mı?

- Mesela Sovyet döneminde bu bilinçler parçalanmış Kazak, Türkmen diye. Ama 1920'lerin Alaşorda'nın öncesine bakarsak kabilevi bir bilinçlenme var. Ortak Kazak ve Türk kimliği değil de kabileler, boylar mesela Özbekler olsun Türkmenler olsun. O aşılmış, bir Türk düşüncesi birliğine gelmiş. Sovyet döneminde de uluslar imal edilmiş Kazak, Türkmen diye.

- 21.yüz yılın başında tekrar böyle bir ortak kimliğe dönüş olamaz mı?

- 19.yüz yılın sonu 20.y.y.başı, şöyle: Alt kimlik seviyesinde bir aşiret kimliği, birde İslami kimlik var çok güçlü olarak Türk dünyası üzerinde daha geniş medeniyeti kapsayan. Bunun tam ortasında ulusal kimlik yani Kazak kimliği, Türkmen kimliği, Tatar kimliği şimdiki kadar güçlü değildi. İşte bu dönemde halk kitlesi aşiret bilincine din bilincine sahipken bütün aydınlar tabakası da Çağatay ve Osmanlı kültürüne, ortak bir kültüre sahipken bunları kaynaştırmak imkânsız değildi. - Alt kimliklerin kalıplaşması bu uzun vadedeki Türk birliğinin gerçekleşme sürecini uzatır mı? Veya sekteye uğratır mı? Türk milli kimliğinin kabulü o mesafeyi kısaltır mı?

- Tabii ki yavaşlatacak. Şu anda iki kat kimlik oluşturmak zorundayız. Her devletin milli benzeri bir kimliği ( Kazak, Özbek vd.) kesinlikle olmak zorunda. Fakat bunun üzerinde de bir Türk üst kimliğinin de oluşturulması gerekiyor. Bu da devlet çapında yapılacak, inşallah yapılacak. Mesela öncelikle tarih ders kitaplarının aslının ne olacağı önemlidir. Bence bir ulusun şahsiyeti için dilden de önemli olan tarih yazımıdır. Yani ortaokullarda çocuklara öğretilecek olan tarih versiyonu önemlidir. Eğer bu resmi tarih Türkçü bir açıdan yazılırsa, mesela Kazakistan'ın 15. yüz yıla kadarki tarihi Türkçü bir paradigmayla yazılırsa çok faydalı olacak. Mesela El-Farabi kimdir? Eski Kazak mı? Eski Özbek mi? Sonuçta El-Farabi ne Kazak ne Özbek, Tüktür. Mesela Kutadgu Bilig şu anda yaşayan lehçelerin hiç birinin kaynağı değil, sadece ortak miras olarak kabul edilebilir. Tek doğru yaklaşım budur. Yani eğer her devletin belli bir döneme kadarki tarihi Türkçü bir yaklaşım açısından yazılırsa bu tek başına çok önemli bir adım olacak. Öbür yandan her devletin lehçesi bence kalacaktır, kalmalıdır. Artık her birinin oldukça zengin bir edebiyatı var artık. Tabii ki sadece halk ağızları durumunda değil; şu anda edebi diller olarak devam edecektir. Kazakça olsun, Türkmence olsun, Özbekçe olsun. Fakat bence bu Türkçe konuşan devletlerin makul olan Türkiye Türkçesidir.

- Niçin Türkiye Türkçesi, niçin Kazakça değil?

- Şimdide yine alt kimlik konusuna geri döneceğim. Bir arkadaşla tartışırken bir soru sormuştum arkadaşa. Kazakistan'da yaşayan her topluluğa kendi kültürünü geliştirme hakkı verilmiş. Mesela sadece Kazakça Rusça okullar değil de, Özbekçe, Kırgızca okullar açılmış. Türkiye böyle bir politika gerçekleştirir mi? Mesela Zeytinburnu Kazakları Kazakça eğitim istese Türkiye kabul eder mi etmez mi?

- Eder hocam sonuçta oda bir Türkçe.

- İşte o arkadaşa edecek misin? Diyordum, hayır etmeyeceğim, diyordu. O da Türkçü bir arkadaş. - Ortaokulda değil de lisede lehçelerin mecburi okutulması ve hangisinin okunması gereğinin seçime bırakılması olabilir. Sadece İstanbul'daki Kazaklar ve Konya'daki Kazaklar için değil tüm Türkiye'de lisede ve ortaokullarda okuyanlar için. Bu işin hâkimleri artık bu işi halleder. Böyle bir şey yapılabilir.

- Böyle bir şeyi bir arkadaşla konuştuk, eğer böyle bir şey olursa Kazakistan ne yapacak?

- Peki, şu anda bu çok kültürlülüğü kabul etmek zorunda kalır, Kazakistan ama ilerde eğitim dili sadece Kazak dili olacak. Kazakistan'daki herkes Kazak, Özbekistan'daki herkes Özbek, Kırgızistan'daki herkes Kırgız ve Türkmenistan'daki herkes Türkmen. Böyle bir millileşme süreci geçmek zorundaki arkadaş gerçekten haklı.

- Bir hocayla muhabbetim sırasında hocamız şunu söylemişti. Bizim üniversitede Özbekçe bir bölüm açıldı, yalnız sonradan kapatıldı. Kapatılmasından gocunduğu için bazı söylemler sarf etti. Bende ona böyle bir şeyin olmamasını gerektiğini söyledim. Aynı şeyin Özbekistan'da olması v.s Kırgızistan'da olması bizi nereye götürür. Özbek'in Kazakistan'da Kazakça öğrenmesi zorunlu. Ama Rusya'dan kalan bir hastalık var mesela Kazakistan'da da olsa Özbek Özbekçe, Kırgız Kırgızca v.s. topyekûn tüm dünya Türklüğünün milli eğitiminde önemli reformlara gidilmesi gerek. Büyük problem bunlar. Putin çok açık dedi: ‘Rusça bilmeyen hiç kimse Rus vatandaşı olamaz.' Bu demek çok kültürlü olan büyük devletlerin bile alternatifsiz bir resmi dili var. Mesela Amerika, Kanada vs. Kanada'da iki yıl içerisinde İngilizce veya Fransızca resmi dillerinden birini öğrenmeyince sınır dışı edilirsin. Kanada ki göçmenleri davulla, zurnayla karşılayan bir ülke. Amerika'da tek bir resmi dil vardır oda İngilizcedir. Ama çok kültürlü bir millette asimile politikası izliyor hepsi. Kazakistan'ın böyle bir şey yapması da yanlış değildir, uluslar arası hukukta da vardır böyle bir şey. Bu yapmak zorunda olduğu bir politikadır. Yeni resmi dilin tüm vatandaşları tarafından konuşulması ve öğretilmesi.

- Bu Kazakistan olunca neden böyle oluyor?

- Tabii son günler de etnik milletçiliğin canlanması, küreselleşmenin birtakım etkisi var, alt kimliklerin kışkırtılması var. Bu sadece entelektüel seviyede tartışılıyor. Alt kimlikleri korumak için kendi dillerinin korunması. Bunlar tamamen siyasi maksatlı. Kazakistan'ın çok kültürlü olduğu söyleniyor, oysa Kazakistan böyle bir yapıya sahip değildir bence. 14 milyon nüfusun içinden 130 millet gibi çok abartmalı bir rakam çıkarıyorlar. Oysa Rusya'da 10 bin kişiden az olan topluluk resmi olarak etnik bir varlık oluşturmuyor. Fakat Kazakistan'daki bazı istatistiklere bakılırsa 30-40 tane nüfus bile Kazakistan'da etnik bir grup olarak sayılıyor. Tam bir etnik grup sayılabilmesi için bazı klasik etnik gruplara sahip olması gerekiyor.

- Mesela Kazakistan'da 10 tane Japon var, bunlar etnik grup olarak kabul edilecek mi edilmeyecek mi?

- Tabii biz Japonların dünyada ayrı bir etnik grup olduğunu biliyoruz. Kazakistan'da Japon var mı yok mu? Eğer varsa tabii onlarda bu etniğe girecek. Öbür yandan siyasi haklara sahip olacaklar. Kazakistan'daki kimliklerde halen milliyet maddesi var. Rusya'da birkaç yıl önce kaldırıldı. Etnik ilkeye dayalı federatif bir ülke gerçekten bu yüzden geçmişte bir devlet siyaseti açısından çok büyük önemi vardı. Bu yüzden Sovyetler birliğinde eski anlamdaki milliyet maddesi vardı. Daha sonra kaldırıldı. İnsanların etnik mensubiyetinin resmen gösterilebilmesi, bu Sovyetler birliğinin kurulmasında büyük önemli rol oynadı. Dağılmasında da ve halen bu kötü rol devam ediyor. Aslında milliyet maddesi Sovyetler birliğinden kalma bir uygulamadır, Rusya'da bunu artık kaldırdılar ki Rus bakış açısından kesinlikle doğru. Rusya içinde kalan azınlıkların korunması açısından doğru değil, ama Rusya'nın menfaatleri açısından çok doğru. Kazakistan Rusya gibi değil. Rusya federasyon bir devlet Kazakistan için aynısını diyemeyeceğim.

- Rusya'da kaldırıldı mı?

- Evet kaldırıldı.

- Sadece Rusya vatandaşlığı mı yapılıyor?

- Evet, sadece Rusya vatandaşlığı yapılıyor. Rusya yapıyorsa Kazakistan kesinlikle yapmalıdır. Çünkü buradaki etnik kimliklerin resmileşmesi, artık bu kimliklerin devletleşmesine doğru bir adımdır. Kazakistan'da insanlar bunu bir övünç meselesi olarak kullanıyorlar. 130 tane millet var çok kültürlüyüz gibi laflarla sanki yeni milletler yeni etnik gruplar çıkarıyorlar ortaya. Ama bunun stratejik olarak mutlaka bir zamanı olacak.

- Gün gelecek kuzeyde ‘Ruslar madem biz ayrı milletiz öyleyse hakkımızı verin.' gibi doğal bir şey ortaya çıkarmaz mı?

- Şu an Kazakistan'da bir Kazakistanlılık bilinci verilmeye çalışılıyor. Bence bu doğru. Bu Kazakistanlılık politikası içinde Kazak kültürü baskın durumda. - Peki, siz Kazakistanlılık politikasını destekliyor musunuz?

- Bu devleti yöneten insanlar ve toplum için başka yol yok. Çünkü Kazakistan'da hakikaten Kazak nüfusu nüfusun %50'sini teşkil ediyor. Fakat Kazakistan nüfusunun %50'ye yakın bir oranı tutan diğer etnik grupları dışlamak, yani resmi olarak dışlamak, kesinlikle imkânsız bir şey. Tabii ki buna inanıyorlar mı, inanmıyorlar mı? Ama kesinlikle bu siyaseti kullanmalılar, kullanacaklar, bende olsaydım bende kullanırdım. Kazakistan içinde olan Rus gruplar içinde bir bölüm vardır ki belli ölçüde bir Kazakistanlılık bilincine sahiptir. Mesela bir Rus kızla konuştum. O Rusya'ya gittiğini ve Rusya'da Rusların Kazakistan hakkında ön yargılı konuşmasını, benim Kazakistan'ım hakkında çok ön yargılı düşünüyorlar. Yani böyle Kazakistanlaşan kesim küçük olsa da vardır. Devlet siyasetini bunlara dayandırıyor, bunlara hitap ediyor. Şimdi azınlık olan ileride çoğunluğa dönebilir. Aynı zamanda bazı demokratik eğilimler var. Avrupalı nüfusun şu anda hiçbir artışı yok. Rus nüfusu azalıyor. İhtiyarlar oranı çok büyük. Kazakistan'daki bunun tam tersine. Gençler ve çocukların oranı yüksek, yani nüfus artışı var. Yani Kazakistan'da hiçbir grubu dışlamaya ihtiyaç yok. İleride taşlar yerine oturacak. Belki yüz yıl bütün Kazakistanlılar sonuçta türdeş haline gelecek. Bir Kazakistanlı olacak mı, olmayacak mı, belli değil ama Müslüman Türk kültürüne dayalı bir Kazakistan olacak. Şu an imkân dışı görünüyor buradaki Rusları eritmek ama ileride bunun mümkün olması için şimdiden başlayarak hiçbir grubu dışlamayacak. Kazakistan vatandaşı olan herkes Kazakistanlı olarak kabul edilecek. Tabii belli şartlar var; Kazakça öğrenmek gibi ama bu şartları kabul ettikten sonra sorun kalmayacak. Nazarbayev diyor, bundan sonra çok kültürlülük var tek kültürlülük yok. Bu parolayla ortaya çıkıyorlar. Kazak aydınlarının büyük bölümü buna şiddetle karşı çıktı. Bunu, Kazak kimliğinin arka plana atılması olarak değerlendirdi. Rusya'ya önem verilmesi, aslında buranın Rus devleti değil Kazak devleti olduğu yönünde yoğun propagandalar ve söyleşiler oldu. Bu gün okudum bir parti ‘Sovyet döneminde bile Sovyet Sosyalist Kazak cumhuriyetiydik, şimdi anayasamızda niçin Kazak devleti maddesi yoktur?' diye bir muhalefet şerhi koyuyor.

- Niçin Kazakistanlı olduk?

- Nazarbayev stratejik düşünme kabiliyetine sahip biri. Bunu tabii ki düşünüyor ama geçiremiyor. Bu otomatikman nüfusun yarısının dışlanması anlamına gelir.

- Kazak halkının özellikle gelişmiş yerlerde yaşayanların hala Kazakça konuşmaması, özellikle kuzeydeki Kazak okullarının çok az olması, bu yönde bir çaba olmaması, Kazak halkına bile Kazakça öğretilemezken, diğer Slavlara ve Türk topluluklarına Kazakça öğretilmemesi ortada dururken, şu aşamada Kazakistanlık gibi bir düşüncenin ortaya atılması olumsuz tepki oluşturmaz mı? Devlet kendi Kazak eksenli bir milli politika oluşturma imkânına sahip değilken, bir yandan böyle kozmopolit bir yapı ortaya çıkmıyor mu?

- Kozmopolit bir anlayış ortaya çıkmıyor, çünkü ben mesela 1980'lerin Kazakistan'ını gördüm, şimdinin Kazakistan'ını gördüm. Kesinlikle Kazakça'nın, Kazak kültürünün çok geniş yeri var. Mesela Kazakça'nın öğrenilmesi gerektiğini şu anda Ruslar bile kabul etmiştir. Belki istemeyerek ama yinede kabul etmiştir. Birkaç yıl öncesinde bile değişimler var. İşte bu uzun vadeli bir durumdur. Şimdi yine birleşme temeli olarak şu anda en önemli unsur dildir. Çünkü dilimiz bir diyoruz. Ama dil öğrenmeden, hazırlık görmeden Türkçe konuşurken Türkçe bilmeyen bir Kazakla Kazakça konuşursa anlaşması biraz zor olur. Aynı dili konuşuyoruz, bilmiyoruz hayret verici. Mesela Türkoloji konferansları oldu hep çevirmenler. Çevirmensiz konuşmak biraz zor oluyor. Onun için dilinin tüm anlamıyla yok dil yakınlığı var. Bilindiği üzere kültür birliği pek yok. Buna nazaran bazı Türk topluluklarının kültürleri, Türk olmayan komşu topluluklarının kültürüne daha yakın. Mesela, geleneksel Özbek kültürü sizce Kazak kültürüne mi yoksa Tacik kültürüne mi daha yakındır? Özbek kıyafetleri, yemekleri ve gelenekleri Tacik kültürüne daha yakındır. Aynı durum Tuva ve Moğol halkları arasında görülür. Kesinlikle denilebilir ki Tuvalılar Moğol kültürüne daha yakındır. Kumuk ve Karaçay Türklerine baktığımızda Dağıstan ve Çerkez etkileri görülmektedir. Kısacası bütün Türklerin şu anda ortak bir kültür tipi içinde olmadıkları görülüyor. Türk diyebileceğimiz göçebe yani eski Türklerin kültürünü Kazak, Kırgız, Sibirya Türklerden daha otantik daha has Türk kültürü demek mümkündür. Fakat o zaman birinci sınıf, ikinci sınıf, has Türk, daha has Türk gibi tanımlamalar ortaya çıkıyor. Bunlar kesinlikle olamaz. Yani ne dil birliği, nede kültür birliği var ancak din birliği var. Belki bütün Türk dünyasını kapsamıyor ama çoğunluğunu kapsar diyorlar. Türkçülük nedir bilmeyen insanlar Kazakistan'da olsun Özbekistan'da olsun veya Rusya'daki Tatarlar içinde olsun dindar kesim Türkçü olmuyor. Yani İslam dinine samimiyetle inanan bir Kazak ister istemez bir Özbek'e bir Tatar'a kardeşi gözüyle bakıyor. Bu olayı maalesef dinden uzakta olan Kazakların çoğunda yok.

- Ruslaşmamış, Kazakça konuşan bir Tatar'a Kazak senin kardeşindir denildiğinde bunu kabul eder mi? Bu Orta Asya'nın yeniden İslamlaşması Türkleşmesi manasına gelir mi?


- Gelebilir. Biraz önce söylediğim gibi "Türkçülük nedir?" bilmeyen insanlarda bile doğal olarak bir birliktelik duygusu uyanıyor. Dini duygu sayesinde.

- Bunun devamı olarak hemen bir sorunuzu yinelemek istiyorum. Peki, öyleyse devlet siyasetinde nasıl görünecek?

- Bütün bağımsız devletlerde din temelli bir milliyetçilik geliştirmek için ne yapmamız gerekir diye bir soru ortaya çıkabilir. Bunu devlet adamlarına havale ediyorum. Benim keşfettiğim şudur ki eğer Türk dünyası birleşsin diyor isek, bir millete şu anda bütün Türklerde birliktelik hissini uyandırabilen, bir Kazağın Özbek'le Tatar'la kardeş olduğunu hissettirebilen şu an dini duygudan başka hiçbir şey yoktur. Devlet adamları eğer Türk dünyasının birleşmesini istiyorlar ise bu hakikati hep göz önünde bulundurmalıdırlar. İşte bunlar yapılacak hareket ve davranışları gösterir. Gerçek hakikat ortadadır. Tarihi tam aklımda değil ama geçmişte yapılan Türk kurultayları içerisinde bir tanesinde "entegrasyon kararı" çıkmıştı ve bu karar Türkiye'de bazı gazetelerde ve kurultay bildirisinde büyük puntolarla manşet olarak yayınlanmıştır. Doğru şey. Şu anda Kazakistan için önemli vazife ekonomiyi ayağa kaldırmak ve bu hatta Kazakların milliyetçiliği açısından bile önemli. Çünkü burada bir sürü insanlar; mesela Türkistan'da Sovyetleri özleyen ve ‘ne güzel zamandı' diyorlar, bakın bunu akılları kalpleri değil sadece aç karınları bunu söylüyor. Karnını doyurdunuz mu bitti. Dediğim gibi Kazakistan için en önemli vazife şu anda ekonomiyi ayağa kaldırmak. Bunun için bütün etnik topluluklar arasındaki barış son derece önemli. En önemli koşullardan bir tanesi de onu şimdi her şeyin üzerinde sıralamak şarttır. Tabii ki tepki olacağını düşünmek lazım. Dediğin doğru onlar, tepki olduğunda Kazakistan'daki tüm nüfusun sadece Kazakların değil Ruslarında, Özbeklerinde tepkisini düşünmek zorundalar. Bunun için Kazakistanlılığı sürdürmek bence alternatifi olmayan bir söylemdir. Aynı zamanda Kazak milliyetçiliği için, hiçbir şey yapılmadığını, hiçbir değişim yok demeleri bazı arkadaşların önyargısıdır. Bir somut örnek olarak benim bir kuzenim var. Almatı'da üniversite öğrencisiydi, artık mezun oldu. Şu anda 21 yaşında bir kız çocuğu. Dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum. Güney Kazakistan'ın merkezi Çimkent'te geçti çocukluğu. Ama 4-5 yaşlarındayken sözlüğündeki en kötü, en alakasız söz neydi? diye düşüneyim: "bikadaşka" kelimesi; en kötü küfürdü sözlüğündeki. Tükettikten sonra daha ağır bir şeyler aradığı zamanlar "bikadaşka" kelimesini kullanırdı. Bu nedir anlamıyorum. Ama şu anda Kazakistan'da Kazakça küfür kelimesi kullanan bir Kazak çocuğu yoktur eminim. İşte en büyük değişim bu olur. Yani gelecekteki bütün değişimlerin temeli budur ve sağlamdır artık. Yani bence Kazak milliyetçiliği gelişecek. Ancak bunun için gerekli şey uzun vadeli istikrar. Şu anda önemli olan dediğim gibi uzun vadeli istikrar ve onu sağlamak için Nazarbayev'in yaptıkları çok isabetli oldu.

- Hocam birleşik Türk devletleri ideali hangi temelde, eksende olmalıdır? Yani dilimiz kültürümüz bir olsa, bu olmaz da, büyük farklar var. Ne eksende bir birlik olabilir? Mesela A.B gibi ekonomik eksende başlayıp sonradan mı kültüre ya da siyasi birliğe yönelme olabilir?

- Bunu söylemek tabii ki biraz zor. Çünkü çok uzun vadeli bir proje. Yani ekonomik temelli bir birlik olmasını düşünmek şu anda zor. Çünkü Kazakistan'ın ekonomisi için Türkiye'ye nispetle Rusya daha önemli ve bu durum bence öngörülen gelecekte pek değişmeyecek. Yani ekonomik işbirliği tabii ki olacak, olmalıdır, genişletilmelidir. Fakat birleşmek, birleşmenin temeli olmasa bile sadece Orta Asya bölgesi çerçevesinde olabilir. Türk dünyası genelinde biraz zor.

- Hocam Rusya ile hangi ekonomik unsura bağlı olarak aralarında bir birlik varda Türkiye ile yok mesela petrol mü diyorsunuz?

- Yalnız, ben buraya geldikten sonra gördüm ki, Türkiye durumları az çok biliyorum, entegrasyon noktasında biz sınıfta kaldık.

- Bağımsızlıktan bu güne hatta o karar alındığından bu güne entegrasyon "uyum" noktasında biz sınıfta kaldık, acaba bunun sebebi ne? Çok ciddi atılımlar göremedik. Türk dünyasında hızı arttırmak için ne yapılabilir?

- Hızı arttırmak için yine devletteki idarecilerin iradesi gerekli. Yani atılacak adımlar belli, yeni tarih yazımındaki-ekonomi alanında mümkün olduğunca yaklaşma ve eğitimdeki her şeyden önce eğitimdeki reformlar öncelikle tarih yazımında bazı versiyonlar tercih edilecek, bunları tartıştık. Bir de tabii ki din işlerine devlet biraz daha ciddi bakacak. Şu anda mesela Kazakistan devleti bu meseleden tamamen uzaklaştı. Benim umurumda değil dedi. Nasıl gidiyorsa öyle gitsin dedi. Görüyoruz ki çok sayıda misyonerler geliyor Kazakistan'a. Ortalık gittikçe karışıyor. Yani bir yandan bildiğim kadarıyla Kazakistan'da 50,000 bin civarında Müslüman olmuş Rus var. Fakat bunun yanında kaç bin Kazak Hıristiyan var.

- Peki, bu Müslüman olmuş Rusların özellikle bu bölgenin Afganistan ve Özbekistan üzerinden gelen, güneye dayanan bazı İslami tabiri caizse terör örgütleriyle bağı var mı? Çünkü geçtiğimiz günlerde Kentav'ın Hizbul Tahrir sorumlusu bir Rus'tu ve yakalandı.

- Olabilir. Bir kısmı bununla ilişkili olabilir. Ama hepsi değil.

- Yani grupların etkisi bu insanların üzerinde ne olabilir?

- Yani o da var. Ama kesinlikle sadece o değil. - Benim burada Kazak kimliği ya da diğer toplulukların olsun milli kimliklerinin gelişiminde bu Stalin dönemindeki olumsuz gelişimler Stalin dönemindeki aydın katliamı bunu çok önemsiyorum. Mesela milli bir Kazak kimliği gelişmesi yönünde, milliyetçi düşüncenin oluşmasında, Kazak kültürünün gelişmesine bu aydınların katledilmesi sebebiyle büyük bir darbe vuruldu. Tabii diğer topluluklar içinde geçerli bu. Özbek olsun Rusların kendi şeyi içinde geçerli. Katliamın Sovyet insan tipinin oluşturulmasında, Sovyet kültürünün oluşmasında olumlu etkisi olduğu gibi, milli kimliklerin oluşmasında da olumsuz etkisi olduğunu düşünüyorum. Siz bu görüşüme katılıyor musunuz?

- Kesinlikle oldu. Ana hatlarıyla şöyle denilebilir: Bu katledilen aydınlar hem kültürden kopmayan yeni nesil, hem de Rus ve Rus milliyetçiliğini benimseyen insanlar. İki dünya arasında aracı olabilen insanlar. Eski aydınlar tabakası tamamıyla yok edildi. Onun yerine yeni bir Sovyet zihniyetli bir aydın tabakası geliştirildi. Kesinlikle milliyetçiliğin gelişmesi sürecine çok büyük darbe oldu.

- Stalin'de bunu yaparken bizim söylediğimiz bu maksadı görerek mi yaptı?

- Onu Stalin'e soracaksınız. Bence ne yaptığını anlamıyor değildi.

- Sovyet insan tipinin oluşturulmasında Sovyetler dönemi hangi olayların sizce önemli etkisi oldu? - Mesela bu aydın katliamının yanında işte 2.Dünya Savaşı dediniz bir ara. 2.Dünya Savaşı Orta Asya'nın ortaya çıkmasında Sovyet insanının vatandaşlarının ortaya çıkmasında keza çok önemlidir. Bence dediğiniz başka konu çok önemli. İşte bu 2.Dünya Savaşı konusu çok önemli. Hem de şimdi yeniden yazılacak olan tarihteki yeri de çok önemli olmazsa olmaz olacağı çok önemli. Şimdi eğer geçmişe bakılırsa bir arkadaşla sohbet ederken söylemiştim arkadaşa; ‘bütün Sovyet propagandasının yaptığı kadarını 2.Dünya Savaşı yaptı. Yani Sovyet kimliğinin oluşması. Şimdi bunu söylemek biraz zor bir konu.

- O savaşa bütün toplulukların katılmış olması, yani işte bu bizim vatandı deyip bir mensubiyet duygusunun gelişmesi, psikolojik olarak büyük bir etkisi oluyor herhalde.

- Öncelikle şu var. Hatta resmi istatistiğe göre bize 2.Dünya Savaşındaki ordudaki Rus olmayanların oranı %40. Resmi istatistik bunu söylüyor. Şimdi mesela Rusya'da gittikçe sıklaşıyor diyorlar ki 2.Dünya Savaşındaki zafer Rusya'nın zaferi, Rus halkının zaferi gibi laflar söyleniyor. Ben mesela bunu hakaret olarak algılıyorum. Çünkü onlar Sovyet ordusunun %40'ı yok olsaydı ya da silahını çevirseydi savaşın sonu çok farklı olurdu, bu bir. Eğer, hatta Türk milliyetçiliği açısından yaklaşılırsa bile bu meseleye biraz uzaktan başlayayım öncelikle bilinen gerçeklerden başlayayım. Biliyoruz ki savaştan Sovyetler birliği galip çıktı. Nasıl galip çıktı 50 yıl bile geçmeden dağılmak üzere galip çıktı. Yani Sovyetler Birliğinin savaşta Almanya'yı yenmesinden çok kısa bir süre bağımsız Kazakistan ortaya çıktı. Eğer Almanların galip çıkması halinde ne olurdu en azından bilinmiyor. Bilinen şeylerde var. Mesela bilindiği kadarıyla Ural dağlarına kadar ki toprakların Almanların milli toprakları olarak bütün ikinci sınıf ırklardan Slav, Türk ne olursa olsun bütün Asya sayılmayan ırklardan temizlenerek Almanlarla doldurulacaktı. Yani Türk topluluklarından en azından Başkurt, Tatar ve Çuvaş Türklerinin kesinlikle sonu gelecekti. Öbür yandan Kafkasya bölgesi de Almanya için stratejik öneme sahipti. Oradaki Türklerin başına ne geleceğini biliyoruz. Şimdi Orta Asya topluluklarına gelince bu soru biraz daha tartışılmalı bilindiği kadarıyla bir kukla devlet kurulacaktı bu coğrafyada. Ama şu da bence açıktır ki Kazakistan kadar zengin bir ülkeyi Almanlar serbest bırakmayacaktı en büyük ihtimalle. Ama bu soru yine tartışılmalı ve her Türk topluluğu için aynı şekilde cevaplanamaz. Yani mesela bir Tatar ya da Çuvaş, Sovyet Rusya'sı tarafında savaşırken kesinlikle kendi vatanını da savunuyordu. Misal: Bir Özbek ya da Türkmen kendi vatanını mı, yoksa Rusya'yı mı savunuyordu meselesi tabii ki çok açık. Ama dediğim gibi bu meseleyi en azından tartışılmalı. Şimdi meselenin iki tarafı var. Yine bana göre Nazi Almanya'sının galip çıkması halinde kesinlikle Sovyetler Birliği kadar hızlı dağılmayacaktı. Çünkü Sovyetlere nispetle daha güçlü ideolojiye sahipti. Açıkça milliyetçi ideolojiye sahipti. Bu yüzden en azından Sovyetlerin yaşadığı gibi iç krizde olamayacaktı. Bence Nazi Almanya'sı Sovyetleri, Rusları ele geçirdikten sonra adeta yenilemez bir güç haline gelecek ve bütün dünyanın başına büyük bela olacaktı. Yani demek istiyorum ki hatta Sovyet devrinde söylenen yani genel bir siyon olan biz Sovyet insanları bütün dünyayı Nazilik felaketinden kurtardık söylemeye bile kim bilir belki hakikaten o kadar uzak değil. Çünkü dediğim gibi yenilemez bir güç haline gelen Nazi Almanya'sı işte şimdiki Amerika nedir işte onlardan çok daha beteri olabilirdi bütün dünyanın başına. Evet, şimdi nihayet meselenin psikolojik tarafına gelsek bir yandan en başta söylediğim gibi savaş bittiğinde yaşanan savaş sırasında birlikte çekilenler ve savaş bittikten sonra birlikte yaşanan muazzam bir sevinç var. Mesela daha önce anlattığım gibi benim annemin babası, dedem Budapeşte'ye kadar gitmişti. Avrupa'ya gidenler hepsi biraz ganimet almıştı. Yeni memleketine zengin insan olarak döndü. Ama bir yıl içerisinde tüm zenginliğini parasını savurdu fakir kaldı. İşte annem çocukken babasına sormuş: ‘Babacım sen savaştan zengin dönmüştün. Bütün zenginliğin nerde? Niçin fakir oldun.' Oda demiş ki: ‘Kızım biz savaşta iken bizim tek hayalimiz vardı, işte savaş bitsin barış içinde bir yıl yaşayalım ve ölelim.' Yani savaşsız bir yıl yaşamaktan başka hayali yoktu bu insanların. Bu yüzden savaş bittikten sonra hakikaten bütün Sovyet coğrafyasında insanları birleştiren muazzam bir sevinç yaşanmıştı. O da çok önemli. Bir de şimdi geçmiş anlatımına gelirsek yinede bu mesele önemli kalıyor. Bir örnek olarak kendimi sunabilirim. Benim iki dedem savaştı ve babaannem Leningrad kuşatmasını yaşadı. Şimdi eğer 2.Dünya Savaşı hakkında fikrimi değiştirsem eğer keşke Almanlar galip çıksaydı desem ve hatta düşünsem bile beni kabirlerinden lanet edecekler, haklı olarak. O yüzden benim için kutsal kalıyor ve kalacak ve buradaki hemen herkes aynısını söyleyebilir. Yani en azından yaşlılar orta yaşlılar ve hatta benim kuşağım için bile çok büyük öneme sahip bir olay. Şimdi yeni bir tarih anlatımında kesinlikle eski anlatım yani 180 derece tersine dönüştürülmemeli. Biraz farklı anlatılabilir tabii ki anlatılacak farklı biçimde 180 derece farklı olmayacak.

İkbal VURUCU


Kaynak: http://www.y-tm.com

Irkçılık Mikrobu

Hareketli bir haftayı geride bıraktık. Kuzey Irak’a düzenlenen harekâtın durdurulması sadece içeride değil; yabancı basında da geniş şekilde yer aldı. Çekilme kararı, yanlış anlamalara sebep oldu. Her şeyden evvel zamanlama çok yanlıştı. Bu yanlış zamanlama bir tarafta dururken, siz “Efendim ABD baskısıyla karar almayız”ı kimseye anlatamazsınız. Yabancıların iç işlerimize fazla karıştıkları çok açık… Yargı dahil her konuda bu görülüyor. Müttefiklerinize bu kadar yüz verirseniz, cesaretlendirirseniz, Ergenekon’u Ötüken ve Bozkurt operasyonları ve tutuklamaları takip edebilir. ABD karşıtlığı %85’lere tırmandıysa; bunun sebebi Bush yönetimidir. Kuzey Irak operasyonu sonrası “PKK’yı muhatap al” neyin nesidir? Acaba, ABD terör örgütlerini muhatap alıp neden uzlaşmıyor?

Dışişleri Bakanı dururken Prof. Dr. Davutoğlu’nun Iraklı yetkililerle danışman sıfatıyla görüşmeye gitmesi ve hele doğruysa bu seyahat ABD Büyükelçisi ile görüşülüp yapılmışsa bu büyük bir hatadır.

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat’ı Türkiye’ye davet etmekten çekinenler, karar değiştirenler, gecekondu Irak yönetiminden ders almalıdırlar. Irak ABD’ye rağmen bu daveti yapabilmiş ve İran Cumhurbaşkanı da Bağdat’ı resmen ziyaret etmiştir. Son yıllarda o kadar fazla gurur ve haysiyetimizi kırıcı olaylarla karşılaştık ki; toplum üzerinde bunun çok kötü etkileri olmuştur. Dış itibarımız da oldukça zedelenmiştir.

Türkiye’de Tekel’i 1.72 milyar dolara British American Tobacco’ya (BAT) satanlar, Finlandiya Tekeli’nin 4 milyar dolara özelleştirildiğinin farkındalar mı? Ismarlama bir Vakıflar Yasası çıkaranlar Yunan’ın çıkardığı yasa ile bizimkini karşılaştırdılar mı?

Kuzey Irak hareketi dolayısıyla “Her şey silahla olmaz, siyasi çözüm gerekir” diyen özellikle dış çevreler, kendileri hangi siyasi çözümlere vardıklarını ortaya koymalıdırlar. Hangi ciddi devlet terörle mücadelede devlet olmanın gereklerinden vazgeçerek terör örgütünün taleplerini kabul etmiş ve kültürel hakları çoktan aşmış olan talepler önünde eğilmiştir? Dün kültürel haklar diye ortaya düşenler, AB yolunda verilen tavizlerden sonra “şimdi demokratik özerklik”ten bahsediyorlar. Önce Demokratik Cumhuriyet yani Cumhuriyetin demokratikleştirilme adı altında altının oyulması, Ankara’nın devre dışı bırakılarak mahalli birimlerin özerkleştirilmesi, egemenliğin paylaşılması peşinde olanlar, şimdi demokrasi kelimesini kirleterek özerklik peşine düşmüşlerdir. Zaten kültürel haklar gibi masum haklara sığınanların asıl amacı buydu. Dün Balkanlar’dan Osmanlı’yı çözülmeye götüren süreç; bugün Ortadoğu’dan yapılıyor. Bazıları gerçekleri “paranoya” zannetse de…

DTP mensuplarının beyanları ve eylemleri hukuk devletine sığıyor mu? Bunlardan soyadı Türk olan anti-Türk bir milletvekili demokratik özerklikten bahsediyor. Solcu bir kitle partisine mensup olduğunu söylemesine rağmen; Türkiye’de toplumsal realitenin tek ırk mantığı olmadığına işaret ediyor. Etnikliğe ilkel gözlükle bakanlar, vatandaşlığı ve anayasal olsa da milli kimliği reddedenlere ırkçılık mikrobu bulaşmıştır. Kimliğin her şeyden evvel kültürel olduğunu kabul etmeyen, ırk arayışındaki ırkçı ve bölücü bir anlayış, terör örgütünü terör örgütü olarak kabul etmeyen bir kafa yapısı, demokrat ve demokratik olabilir mi? Farklılıkların anayasal güvence altına alınması; milli kimliği ve vatandaşlığı bile reddeden bazı imtiyazlı fertler yaratmak değildir. Anayasadaki ifadeyi değiştirerek “Vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk değildir” şeklindeki bir beyan; eğer etnisiteyi (kültürel faktörleri) esas almıyorsa; biyolojik gerekçelere dayanıyor demektir. Zaten adı geçen kişi etnisiteye dayalı bir özerklik peşinde olmadığını söylerken açıkça ırkçılık yapmaktadır. Bu yanlış, bilgisizliğe bağlanamaz. Kürt olarak ifade olunan vatandaşlarımızla yapılan birçok araştırma DTP’lilerin görüşleri ile çelişmektedir. Kürtçe (Kırmançca) ile eğitim ve öğretim, kamusal alanda bunu kullanmaktan bahsedenler vatandaşı ne ölçüde temsil etmektedirler? Bunlar, benzer olmasa da; Avrupa ülkelerinde Türkçe’ye uygulanan ambargoları görmelidirler. Eğer iddia edildiği gibi bir eritme (asimilasyon) alışkanlığımız olsaydı; bugün Türkiye’de kültürel gerçekleri dışlayan ırkçı, bölücü hareket görülebilir miydi? Anadil öğrenme yasağı kaldı mı? Kaldı ki kişinin aidiyetini (mensubiyetini) sadece anadil mi belirliyor?

Prof. Dr. Mustafa E. Erkal

İrrasyonalist Rasyonalizm ya da Üniversitelerimiz akıl tutulması mı yaşıyor?

Ülkemiz cumhuriyet tarihinin kritik dönemlerinden birisini yaşıyor. Uzun süredir başımızda sıkıntı olan terör belası karşısında hükümetin, meclisin ve TSK’nin ortak kararlılığı ile başarılı bir operasyon sürdürülüyor. Çatlak seslerin kısıldığı ve ciddi bir kamuoyu desteğinin sağlandığı ortamda milletin tek yürek haline gelmesi ümitleri ve moralleri yükseltiyor.

Toplum kendi duygularına tercüman olan her adımdan son derece memnun oluyor ve destekliyor. Artık kendi değerleri üzerinden kavga ve çekişme istemiyor. Mukaddeslerinin birileri tarafından kullanılmasından fazlasıyla rahatsız oluyor. Bir millet şuuru içinde çoğu zaman büyük feraset gösteriyor. Hayatın en ürkütücü ve soğuk yüzü ölümü bile “şahadet şerbeti” anlayışı içinde büyük bir olgunlukla karşılıyor. Bu büyük olmanın en önemli göstergelerinden birisi olsa gerek.

Bu büyük millet, hırsı aklını geçen, ne bahasına olursa olsun murada ermek uğruna milletin anlamsız gerginliklere düşmesini umursamayan bir yönetim anlayışı yüzünden, hiç ummadığı konularda krizlerle karşılaşıyor. Bir türlü neden kriz olduğunu anlayamadan olan biteni hayretler içinde izlemek zorunda kalıyor. Bir tarafta milli hassasiyetlerin yükseldiği ortamda yaşanan duygusallıklar, diğer tarafta anlamsız bir şekilde milletin çocuklarının başörtüsünü rejim meselesi yapan akıldışı teyakkuz hali… Normal akılla anlayabilmek ve izah edebilmek mümkün değil…

Sanki bir akıl tutulması yaşanıyor. Neyin kavgası, neyin hesaplaşması, neyin kini, neyin öcü olduğu anlaşılamayan bir ruh hali. Hangi zeminde konuyu izah edeceğinize karar veremiyorsunuz. Tavır takınanların hangi kriterden hareket ettiğini ve hangi mihengi kullandığını kestiremiyorsunuz.

Tartışmanın gözlenebilen sürecinden yola çıkarsak belki bu akıl tutulmasının izlerini bulabiliriz. Öğrenciliği 80’li yıllarda üniversitelerde geçenler hatırlarlar. Çatışmalı yılların ardından üniversite ortamı herkese bir soluk aldırdı. Üniversitenin kıyafet serbestliği ve bilimsel yaklaşımı özellikle kırsal bölgelerden gelenlere yeni bir ufuk açıyordu. Fakat bazı hocaların ve yöneticilerin, üniversitedeki kıyafet serbestliğine ve bilimsel özgürlüğe rağmen kız öğrencilerin başörtüsünden iğrenircesine rahatsız olması ilk şaşkınlığa yol açmıştı. O dönemde henüz YÖK tarafından yasaklama getirilmeden keyfi uygulamalar başlamıştı. Bu konuda öncü olan üniversite hocalarının zihniyet yapısı ilk ipuçlarını oluşturur.

Süreci takip ettiğimizde gittikçe çetrefilleştiği görülür. İş artık kontrolden çıkıp, kör dövüşüne dönmüştür. İşin boyutu nedendir bilinmez mahkemelere ve Avrupa’ya taşınmıştır. Bu taşınma şimdilerde akla ziyan bir şekilde yasağın hukuku olarak lanse ediliyor. Bunu üstelik ülkenin aydınları olarak üniversite rektörleri ve hocaları söyleyince insanın zihni almıyor. Özgürlüklerin, gerçeklerin ve hukukun teminatı olması gereken üniversite yönetimlerinin, bazı öğrencileriyle ve toplumun büyük bir kısmıyla kavgayı büyütmesinin anlamı çözülemiyor.

Başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili mecliste başlayan tartışmada yasağın neden devam etmesi gerektiğini izah etmeye çalışırken kullanılan argümanlardan birisi, tesettürün dini bir emir olmadığına dairdi. Bu durumda ilk akla gelen “Peki dini bir emir olsa serbest olmasını hangi mantıkla savunacaksınız?” Başörtüsünü üniversitede yasaklamak için mihenginiz ve referansınız din mi? Böyle bir mantık olabilir mi?

İkincisi, başörtüsü yasağını savunan bazı rektörlerin gerekçe olarak iddialarını Cumhuriyetin savunması üzerine kurmaları da anlaşılamıyor. Hakikaten bu muhterem hocalarımız çok hassas milli duygulara sahiplerse, şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağına, egemenliğine, toprağına karşı girişilen eylemlerde aynı hassasiyetle niçin ortalığı ayağa kaldırmadıklarını veya en azından senato kararıyla tavır koymadıklarını anlamak mümkün değil. Aynı rektörlerin bazı büyük üniversitelerde terör örgütünün adeta kurtarılmış bölgeler oluşturmaları karşısında yapılması gerekenleri niçin yapmadıkları yine merak konusu. Malum zevatların portreleri duvarları süslerken ve karanlık örgütler terör estirdiklerinde Cumhuriyeti tehlikede görmediler mi acaba? Bu üniversitelerimize asker, polis ve Türk ifadesi bile girmediği günler olmuştur. Bu ortamda var olmaya ve tavır koymaya çalışan ülkücü gençler ise karşıt görüş diyerek suçlu ilan edilmişlerdir. Nedense saygıdeğer rektörlerimiz ne resmi görevlerini, ne de millete karşı görevlerini bu anlamda yapabilmiş değildir.

Üniversitelerin bilimsel çalışmalarla ilgili tavırlarına girdiğimiz zaman mesele hiç anlaşılabilecek gibi değildir. Yıllarca Türk üniversitelerinde neden bilimsel ilerleme sağlanamadığı, yeni üniversiteler için gerekli tedbirlerin alınması, Türk devletinin milli meselelerinde neden hazırlıklar yapılmadığı gibi birçok konuda (mesela Ermeni meselesi) kamuoyu tatmin edici bir destek bulamazken, başörtülü genç kızlara bu şiddetli tepkinin nedeni anlaşılamıyor.

Ülkenin derin problemleri varken, her biri bilim adamı olan üniversite yöneticileri nasıl olur da konuyu bu kadar çarpıtabilir? Bu öğrencileri ve toplumun kültürel özelliklerini anlamaya neden girişmezler? Neden şu ana kadar üniversitelerden bu meseleyle ilgili bilimsel araştırmalar yapılıp, konuyu çözmeye yanaşılmadı. Bireysel çabalarla yapılan bilimsel tahlillere neden kulak verilmez? Bu öğrencileri anlamadan suçlu sandalyesine oturtup mahkum etmek ve cezalandırmak hangi gerekçeye sığar?

Bazı üniversite hocalarının ve rektörlerin tavrını izah etmeye normal akıl yetmiyor. Ortaçağın irrasyonalist (akıldışı) skolastik tavrına benzer bir yaklaşım neyle izah edilebilir? Bu akıl tutulması değil de nedir?

Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr

Zindan Şehirler


BİR YABANCI GİBİYİM, YAŞADIĞIM BU ŞEHİRDE,
ESKİ YOLLAR ÇIKMAZ SOKAK, GEÇİT YOK HİÇBİR YERDE.
OYSA GÜLÜM NE İZLER BIRAKMIŞTIM TOPRAĞINA, TAŞINA BU ŞEHRİN.
KOVULMUŞ YIĞINLARIN NABZINDAN ZULÜMLERE DİRENMEK.

YAŞAMAK, TEK BOYUTLU RESİM GİBİ
SOKAKLAR ESİR KAMPI, YIĞINLARDA İHANET
BEN CİHAD EHLİYİM GÜLÜM ÖLDÜRÜR BENİ BU ŞEHİR
KORUNMAK, PAMUKTAN ELBİSELERLE ATEŞE DALMAK GİBİ
TUT SANA UZANAN ELLERİMDEN, ÖĞÜTMESİN BENİ BU ŞEHİR
SAY Kİ YENİ BİR ZİNDAN BANA, YENİ BİR TUZAK BU ŞEHİR
YAŞAMAK BEYNİMDE ZİNCİR, HÜRRİYET BOYNUMDA HALKA

"Tebessümler bile iğreti bu kokuşmuş şehirlerde,
Bir amansız takipteyim, gölgeler var peşimde
İnfilak noktasında beynim, beynimde işkenceler
Oysa gülüm kaç zaman önce bana canandı bu şehir.
Nice canlar gömdük bağrına o canlar ki; yüreğimdir.
Diz boyu kan bu şehir, diz boyu ihanet
Sor da anlatsın sana beni; şu gök kubbe, şu kaldırımlar.
İnkar etse de beni bu şehir, taşında alın terim, toprağında kanım var.
Varsın yeni bir zindan olsun bana, yeni bir tuzak bu şehir.
Direnmek imanda gizli, imansa yüreğimdir.
Yine de gülüm, kurtuluş, kavgalarda kuşanmaksa silahı
Tut sana uzanan ellerimden, çağıralım kıyamı"
SAY Kİ, YENİ BİR ZİNDAN BANA, YENİ BİR TUZAK BU ŞEHİR.
ÖLDÜRÜR BENİ BU ŞEHİR...

Süleyman KALAYCI