“Karanlığa küfretmektense bir mum da sen yak”

12 Mart 2008 Çarşamba

İrrasyonalist Rasyonalizm ya da Üniversitelerimiz akıl tutulması mı yaşıyor?

Ülkemiz cumhuriyet tarihinin kritik dönemlerinden birisini yaşıyor. Uzun süredir başımızda sıkıntı olan terör belası karşısında hükümetin, meclisin ve TSK’nin ortak kararlılığı ile başarılı bir operasyon sürdürülüyor. Çatlak seslerin kısıldığı ve ciddi bir kamuoyu desteğinin sağlandığı ortamda milletin tek yürek haline gelmesi ümitleri ve moralleri yükseltiyor.

Toplum kendi duygularına tercüman olan her adımdan son derece memnun oluyor ve destekliyor. Artık kendi değerleri üzerinden kavga ve çekişme istemiyor. Mukaddeslerinin birileri tarafından kullanılmasından fazlasıyla rahatsız oluyor. Bir millet şuuru içinde çoğu zaman büyük feraset gösteriyor. Hayatın en ürkütücü ve soğuk yüzü ölümü bile “şahadet şerbeti” anlayışı içinde büyük bir olgunlukla karşılıyor. Bu büyük olmanın en önemli göstergelerinden birisi olsa gerek.

Bu büyük millet, hırsı aklını geçen, ne bahasına olursa olsun murada ermek uğruna milletin anlamsız gerginliklere düşmesini umursamayan bir yönetim anlayışı yüzünden, hiç ummadığı konularda krizlerle karşılaşıyor. Bir türlü neden kriz olduğunu anlayamadan olan biteni hayretler içinde izlemek zorunda kalıyor. Bir tarafta milli hassasiyetlerin yükseldiği ortamda yaşanan duygusallıklar, diğer tarafta anlamsız bir şekilde milletin çocuklarının başörtüsünü rejim meselesi yapan akıldışı teyakkuz hali… Normal akılla anlayabilmek ve izah edebilmek mümkün değil…

Sanki bir akıl tutulması yaşanıyor. Neyin kavgası, neyin hesaplaşması, neyin kini, neyin öcü olduğu anlaşılamayan bir ruh hali. Hangi zeminde konuyu izah edeceğinize karar veremiyorsunuz. Tavır takınanların hangi kriterden hareket ettiğini ve hangi mihengi kullandığını kestiremiyorsunuz.

Tartışmanın gözlenebilen sürecinden yola çıkarsak belki bu akıl tutulmasının izlerini bulabiliriz. Öğrenciliği 80’li yıllarda üniversitelerde geçenler hatırlarlar. Çatışmalı yılların ardından üniversite ortamı herkese bir soluk aldırdı. Üniversitenin kıyafet serbestliği ve bilimsel yaklaşımı özellikle kırsal bölgelerden gelenlere yeni bir ufuk açıyordu. Fakat bazı hocaların ve yöneticilerin, üniversitedeki kıyafet serbestliğine ve bilimsel özgürlüğe rağmen kız öğrencilerin başörtüsünden iğrenircesine rahatsız olması ilk şaşkınlığa yol açmıştı. O dönemde henüz YÖK tarafından yasaklama getirilmeden keyfi uygulamalar başlamıştı. Bu konuda öncü olan üniversite hocalarının zihniyet yapısı ilk ipuçlarını oluşturur.

Süreci takip ettiğimizde gittikçe çetrefilleştiği görülür. İş artık kontrolden çıkıp, kör dövüşüne dönmüştür. İşin boyutu nedendir bilinmez mahkemelere ve Avrupa’ya taşınmıştır. Bu taşınma şimdilerde akla ziyan bir şekilde yasağın hukuku olarak lanse ediliyor. Bunu üstelik ülkenin aydınları olarak üniversite rektörleri ve hocaları söyleyince insanın zihni almıyor. Özgürlüklerin, gerçeklerin ve hukukun teminatı olması gereken üniversite yönetimlerinin, bazı öğrencileriyle ve toplumun büyük bir kısmıyla kavgayı büyütmesinin anlamı çözülemiyor.

Başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili mecliste başlayan tartışmada yasağın neden devam etmesi gerektiğini izah etmeye çalışırken kullanılan argümanlardan birisi, tesettürün dini bir emir olmadığına dairdi. Bu durumda ilk akla gelen “Peki dini bir emir olsa serbest olmasını hangi mantıkla savunacaksınız?” Başörtüsünü üniversitede yasaklamak için mihenginiz ve referansınız din mi? Böyle bir mantık olabilir mi?

İkincisi, başörtüsü yasağını savunan bazı rektörlerin gerekçe olarak iddialarını Cumhuriyetin savunması üzerine kurmaları da anlaşılamıyor. Hakikaten bu muhterem hocalarımız çok hassas milli duygulara sahiplerse, şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağına, egemenliğine, toprağına karşı girişilen eylemlerde aynı hassasiyetle niçin ortalığı ayağa kaldırmadıklarını veya en azından senato kararıyla tavır koymadıklarını anlamak mümkün değil. Aynı rektörlerin bazı büyük üniversitelerde terör örgütünün adeta kurtarılmış bölgeler oluşturmaları karşısında yapılması gerekenleri niçin yapmadıkları yine merak konusu. Malum zevatların portreleri duvarları süslerken ve karanlık örgütler terör estirdiklerinde Cumhuriyeti tehlikede görmediler mi acaba? Bu üniversitelerimize asker, polis ve Türk ifadesi bile girmediği günler olmuştur. Bu ortamda var olmaya ve tavır koymaya çalışan ülkücü gençler ise karşıt görüş diyerek suçlu ilan edilmişlerdir. Nedense saygıdeğer rektörlerimiz ne resmi görevlerini, ne de millete karşı görevlerini bu anlamda yapabilmiş değildir.

Üniversitelerin bilimsel çalışmalarla ilgili tavırlarına girdiğimiz zaman mesele hiç anlaşılabilecek gibi değildir. Yıllarca Türk üniversitelerinde neden bilimsel ilerleme sağlanamadığı, yeni üniversiteler için gerekli tedbirlerin alınması, Türk devletinin milli meselelerinde neden hazırlıklar yapılmadığı gibi birçok konuda (mesela Ermeni meselesi) kamuoyu tatmin edici bir destek bulamazken, başörtülü genç kızlara bu şiddetli tepkinin nedeni anlaşılamıyor.

Ülkenin derin problemleri varken, her biri bilim adamı olan üniversite yöneticileri nasıl olur da konuyu bu kadar çarpıtabilir? Bu öğrencileri ve toplumun kültürel özelliklerini anlamaya neden girişmezler? Neden şu ana kadar üniversitelerden bu meseleyle ilgili bilimsel araştırmalar yapılıp, konuyu çözmeye yanaşılmadı. Bireysel çabalarla yapılan bilimsel tahlillere neden kulak verilmez? Bu öğrencileri anlamadan suçlu sandalyesine oturtup mahkum etmek ve cezalandırmak hangi gerekçeye sığar?

Bazı üniversite hocalarının ve rektörlerin tavrını izah etmeye normal akıl yetmiyor. Ortaçağın irrasyonalist (akıldışı) skolastik tavrına benzer bir yaklaşım neyle izah edilebilir? Bu akıl tutulması değil de nedir?

Kaynak: http://www.turkocagi.org.tr

Hiç yorum yok: